5 Ağustos 2012

YAKIN MARKAJIMDAKİ YÖNETMENLER VOL 1 : ANDREY ZVYAGINTSEV

ANDREY TARKOVSKİ'NİN  VELİAHTI : ANDREY ZVYAGINTSEV

Andrey Petrovich Zvyagintsev.. Rus sinemasının Tarkovski'den sonraki son hediyesi..2000'lerde Rus sinemasının adını bir kez daha dünyaya duyuran bir yönetmen.Henüz filmografisinde yalnızca 3 uzun metrajlı film bulunan bu yönetmenin farkı neydi? Onu bu kadar değerli kılan neydi ? Gelin bu farka ve değere makro gözlerle bir bakalım.
1964'te Sibirya'nın Novosibirsk bölgesinde dünyaya gelen Zvyagintsev, genç yaşlarda Novosibirsk Drama Okulu'ndan oyunculuk mezunu oldu.90'lara kadar Moskova'da tiyatro üzerine akademik çalışmalarına devam eden Zvyagintsev, 2000'lere kadar çeşitli film ve tiyatrolarda oyunculuk yaptı.İlk yönetmenlik deneyimini REN TV'de yayınlanan The Black Room adlı televizyon dizisi ile yaşadı.Bu zamandan sonra onun kariyerinde  dönüm noktası oluşturacak ve dünyadaki sinemaseverlerin yakın markajına girmesine neden olacak ilk film The Return (Dönüş-2003) filmini çekecekti.

NİTELİKLİ BİR GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ NASIL OLUR ? İŞTE CEVABI : ''THE RETURN''

Bu film için öncelikle böyle bir başlık atmayı uygun buldum.Bir filmin estetik açıdan, seyirciyi ekrana bağlayabilecek parametreler düşünüldüğünde ilk akla gelen maddelerden görüntü estetiği ile yönetmen sinemaseverlerin gönlünü fethetmeyi başarıyor.Açıkçası sinemayı vakit geçirmek,eğlenmek ve sürekli bir atraksiyon havası içinde izlemeyi seven izleyici kitlesinin kesinlikle tahammül edemeyeceği bir film olarak hafızalarında kalabilir.Ancak sinemanın amacı ve gücünü tam manasıyla özümsemiş bir bireyin bu filminden gerçekten nitekli çıkarımlar yapacağı ve bakış açısına yeni bir derinlik katacağı aşikar.
Anneleriyle yaşayan  iki erkek kardeş Andrey ve Ivan'ın yıllar sonra eve dönen babaları Otets'in ( Konstantin Lavronenko)  ile çıktıkları yolculuğu anlatan film, Rus geleneksi  yapısından derin izler taşımaktadır. Özellikle yönetmenin ilk filminden son filmine kadar kendini ele veren olay üzerinden ziyade karakterlerin psikolojik savaşları üzerinden giden film izleyiciyi oldukça düşündürmektedir.Filmde baba figürünü sadece çocukların gözünden görmekte filmin akışı sürecinde izleyiciyi bağlayan ayrı bir etken.Filmde baba, taviz vermeyen,tolerans sınırı oldukça dar olan,klasik rus aile yapısından gelen,sezileri kuvvetli bir insandır.Filmdeki oğul karakterler Andrey ve Ivan'ın babaya bakış açıları oldukça farklı gibi görünse de filmin sonundaki aynı duygu selselesi kendini ele verecektir.Film boyunca Andrey, Ivan'a göre babaya daha yakın ve onun sözlerine itaatkar bir hareket süreciyle geçirmektedir.Ivan ise tavırları ile babasız geçen yılların getirdiği sertliği ve gizledği duyguları daha da derinliklere gömdüğünü hissettirmektedir.Ancak bu cesurluğu filmin giriş sahnesinde de gördüğümüz yüksek kuleden denize atlama konusunda gösteremeyen Ivan, çıktıkları yolculukta balık tutmaktan geç döndükleri için Andrey'e tokat üstüne tokat atan babaya bıçak çekerek o yıllarca ulaşamadıkları insana  ''Ona vurursan seni öldürürüm!'' repliği  ile abisi Andrey'e ders verici bir reaksiyon göstermil olmakta.Ivan, içinde biriken ve artık büyük bir kaosa dönüşen duygu yükünü seni öldürürüm derken yansıttığı psikolojiyle yansıtmayı başarmaktadır.
Ve filmin can alıcı sahnesi..final.. Müthiş bir panaromik doğanın  görselliğiyle bezenmiş bir şiirsellik ve duygu patlaması.Gittikleri adada o kuleden bir tane var.Ivan babasından koşarak kaçar ve kuleye tırmanır.Baba da peşinden gider.Ivan artık atlanılması gereken yerdedir.Ve ölüme en yakın olduğu andadır.O artık Ivan değil Vanya'dır.(Bu arada Vanya, Rusça da küçük yaşları artık geride bırakan,büyümüş anlamında  kullanılmakta). Ve atlanacak yerde atlamak isteyen,hayatta katlanılması ve tahammül edilemeyen duygular eşliğinde beklenen final olmayacaktır.Tüm hayat boyunca süren sevgi ve nefret ilişkisi arasındaki savaşı kim kazanacaktır? Uzun yıllar sonraki bir dönüşü istemeyerekte olsa felakete çeviren iki kardeşin kendi dönüş ve dönüşümlerinin yolu nasıl çiziliyor? Cevabını filmi izleyince bulacaksınız...
Yönetmen ilk uzun metrajlı filmi olan 'The Return' ile Venedik Film Festivali'nde Altın Ayı Ödülü'nü kazanmayı başarmıştır.Yönetmen filmi çekerken ''Yüz kişi izlese yeter'' dediği filmin gösterimden sonra ülkesinde kahraman gibi karşılanması da ayrı bir parantez.



YÖNETMENİN 2.FİLMİ : THE BANISHMENT (SÜRGÜN-2007)




İlk uzun metrajlı filmi ''The Return-Dönüş'' ile ses getiren yönetmen 2.filmi ''The Banishment-Sürgün'' filminde de karşımıza bir baba figürü ile çıkıyor.Bu kez baba ve çocuklar arasındaki hikayeyi anlatmaktan ziyade ebeveynlerin  çocuklar üzerindeki hakları üzerinde duruyor.İlk filmin çıtayı hat safhaya çektiği bir dönemde 4 yıl aradan sonra 2007 de çektiği bu film, aynı etkiyi yapmasa da nitekli bir sinemacının kesinlikle standartların üzerinde bir film diyeceği aşikar.Özellikle minimal felsefeden ödün vermeden, Hollywood gibi sektör cadı kazanında başarıyı orada gören zihniyetlere rağmen klasik çizgisini değiştirmeyen yönetmen, bu duruşuyla tam not almayı çoktan başarıyor.Olaylardan ziyade insan varlığı ve yokluğu üzerinden giden senaryosuyla çizgisinden şaşmayan yönetmen hakkında ne kadar övgü dolu sözlerle bahsetsem az kalabilir.William Saroyan'ın The Laughing Matter kitabından sinemaya uyarlanan film,isminin de anlattığı gibi  sürgüne giden bir ailenin sürgüne gönderdikleri ilişkileri ve yaşamları konu alıyor.

 VE YÖNETMENİN SON FİLMİ : ELENA







Yönetmen son  filmi Elena'da da herzamanki fotografik atmosferi  bizlere sunuyor.ve Cannes Film Festivali’nden jüri özel ödülü ile dönen Elena, yönetmenin ilk iki filmindeki baba figürünün yerini bu sefer anneye bırakıyor. ''Kargalar uçar,uçtukları dal yerinde kalır''..İyi seyirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder